1 Ağustos 2011 Pazartesi

RAMAZAN, “NEFİS” TİR!

Ramazan ayı gelirken, sizlerin aklına neler düşüyor bilmiyorum ama bu ilahi detoks yöntemi, gelmesiyle beni çok zorlasa da, alıştıktan sonra hiç gitmesin istiyorum.
Bu yalan dünyada yuvarlak bir kutunun içinde oradan oraya koşturan hamsterlar gibi saçmalıyoruz çünkü hepimiz. İnancı ve ibadeti çok yüksek olanlar bile bu ay hissettiklerini hissetmiyorlar kalan 11 ayda.
Hissetmek evet… Ben çok yoğun şeyler hissediyorum mesela bu ayda. Uğraşmıyorum böyle olması için ama durduk yerde gözlerim doluyor. Paldır küldür oturuveriyor boğazıma bir düğüm. Hele de ezan vakitlerinde…  Sabah ezanlarından zaten oldum olası fazlasıyla etkilenip, ürkmüşümdür. Peki ya iftarda duyduğumuz ezan, tüm günün zorluğunu alıp götüren o ulvi ses? Duyduğum an mıhlanıyorum olduğum yere. Derin bir nefes alıyorum önce ve sonra tabi şükür, şükür üstüne… Bir süre açamıyorum orucumu, ezan bitmesin istiyorum.
Esas ulvi his, tam da o an yaşanıyor çünkü. İçilen hiçbir suyun tadı o andaki yudumların yerini tutamıyor. Zaten oruç açmak bir nevi kavuşma hissi bana göre. Hatta bence hayatın genelinde hep bir şeyler için oruç tutuyoruz. Evet, Ramazan ayındaki kadar nefsimize hükümdar olamıyoruz belki ama zamanı gelmeyen şeylere kavuşmayı hep bekliyoruz.
O beğendiğimiz restoranda belki sadece bir kez yemek yiyebilmek için, belki fıstık yeşili bir ayakkabı alabilmek için ve belki de eve sadece yarım kilo kıyma götürebilmek için bekliyoruz işte. Kim bilir…
Ya da düşünsenize, oruç, markette abur cubur reyonunun önüne bırakılan küçük çocuğa içlerinden yalnızca birini seçmesini söylemek değildir de nedir?
Oruç, gerçekten açlıktır bence ve nadiren de olsa, aç kalanlar tarafından daha çok değeri anlaşılandır. Evet, sizin de bildiğiniz “varı da, yoğu da görme” mevzusundan bahsediyorum. Hiç olmayan ya da hep var olanda değildir işin sırrı. Bir var, bir yok olandadır. Kavuşmak için beklenendedir.
İşte ilahi kudrette de bu anlatılmaya çalışılmamış mı? Sevdiğimiz şeylerin değil bizden bir ömür alınması, sabahtan akşama olmaması durumundaki hallerimiz kaydedilmiyor mu bir bir? Sıradan şeyler muamelesi yaptığımız, canım ekmeği ve suyu daha çok sevmemiz gerekmiyor mu?
Sadece ekmeği ve suyu değil tabi. Kalbimizi, beynimizi, bizi doyuran her şeyi… Hatta daha çok, kavuşmayı beklediğimiz ve uzun zaman sonra kavuşabildiğimiz onca şeyi. Hem var, hem yok gibi. Yarın elimizden kayıp gidecekmiş gibi…
İşte bunları hatırlattığı için Ramazan, nefistir. Bedenimizi ve ruhumuzu terbiye etmenin en güzel halidir. 11 ayın sultanı, şeytanın bağlandığı aydır ve işte bu yüzden, nefsimizin de gerçekten nefis olduğu tek aydır.

Hayatta “cıs” larımız var ya, ta küçükten bugüne getirdiğimiz şu yapılmayacaklar listesi… Yasak elma çetelesi… Ne de güzel kabul ederiz bugünlerde onların yapılmayacağını. Uslu uslu otururuz yerimizde. Yemekler nefis, kalpler nefis…
Bir şeyler yapalım da affedilelim diye bekleriz hepimiz. Hatta bazılarımız, irademiz, hep bu ay olduğu kadar kuvvetli olsa diye dua ederiz.
Düşünüyorum da çok mu zor diğer ayları da Ramazan güzelliğinde yaşamak? Evet zor. Çünkü unutuyoruz. Zor; çünkü bencilleşiyoruz. 10 şehit görmeden yürüyüşe çıkmayan bizler, Ramazan gelmeden de yemek çadırı kurmuyoruz.
Sizler, eski ve yeni arasında nerede duruyorsunuz bilmiyorum. Ya da sevapla günah arasında… Ben çoğu zaman arada sıkışıp kalıyorum da, ondan boğazımdaki düğümlerim. Yasaklarım, yasallarım… Kavuştuklarım, kavuşamadıklarım…
Ramazan gelsin, davul çalsın istiyorum. İftarla sahuru, istemeyi, şükretmeyi seviyorum. Seviyorum da, ben de bu dünya da yaşıyorum. Yalanım ben, talanım. Kah düşüyorum, kah düşürüyorum.
Aç kalmayı sevdiğim kadar, doymayı da seviyorum. İnsanım ben, doyumsuzum. Nefsine şeytan vuranım.
İşte şimdi de diyorum ki, madem diğer aylar yeterince yapamıyoruz, biz de bu ay, şeytanı da, nefsimizi de on ikiden vuralım!
Hayırlı Ramazan’lar efendim…


Gonca Cengiz
02.08.2011

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder