8 Eylül 2011 Perşembe

ALDIĞI KADAR UN


Mutluluğun resmini çizmek mi?
Yok yookk. Aslaa! Yapamam ki zaten. Küçükken en güzel resimlediğim insan, Cin Ali, en güzel resimlediğim manzara da, hani şu hepinizin bildiği dağ, güneş, nehir üçlemesiydi.
İşte o sebepledir ki, bilincimin altıyla da üstüyle de resim sanatı pekiyi anlaşamaz. Ama konuşabilirim mutlulukla ilgili, yazabilirim. Bir de her şeyin ötesinde, onu iliklerime kadar hissedebilirim. Baktım yavaş yavaş geliyor bana, burnumdan topuğuma tüm seferini keyifle izleyebilirim.
Bugün düşündüm de her mutluluk burundan topuğa giden keyifli bir zaferin meşalesi değildir aslında. Bazen bir nefes alırız ya da aldığımızı zannederiz bilmiyorum, mutluluk, vücuda yayılamayan ilaç gibi, polis gördüğünde ellerini kaldırıp teslim olan suçlu gibi kalakalır oldu yerde.
Çünkü mesela bazen kalbi kabul eder de, aklı kabul etmez insanın mutluluğu. Zaten kalple aklın ortak sonuca varamadığı yerlerde mutluluk ne kadar hüküm sürer bilinmez. Salt kalp çarpıntısı değildir mutluluk. Ya da insanın eline, ayağına gelen herhangi bir şey. E, beyne de pırlanta takamadığına göre insan, mutluluk ne yalnızca akıl işidir, ne de parayla, miktarla ölçülebilir.
(UYARI: Son söylediklerimin aksini düşünenler için yazım anlamsız gelecektir, lütfen devam etmeyiniz J)
Yani demem o ki, mutluluk hepimize göre değişen şu, jelibon kıvamındaki şey, nicel değil niteldir. Talan eder adamı, yakar geçer. Ilık ılık dolaşır damarlarda. O varsa her şey tamam, yoksa her şey eksiktir. Bir nefesle tüm vücuda yayılanıdır makbul olan, bir nefesle vücuttan ayrılanı değil.
Beka, ölümsüzlük gibi şeylere inanıyorsa insan, önce mutluluğunu sabitlemelidir. Zira bunu hissettiği andaki enerjinin aynısını hayatı boyunca bir daha hiç hissedemeyecektir.
Tarihin tekerrürden ibaret olduğu pek çok an vardır, doğrudur. Ama sanırım insan, mutluluğunun tarih olmasını hiç istemediği için bir türlü tekerrür etmez mutluluk. Kişiye özel dikilmiş gibidir, bir benzeri, başka bir yerde, bir başkasının üzerinde hiç güzel durmaz.
Ve kişi, kendine yakışan mutluluğu giymelidir, kendi mutluluğunu. Mutluluk giyilir mi? Evet giyilir. “Aşk, kaç beden giyer?” Diye sorarsa birileri, mutluluk da giyilir. Ama onun da bedenine dikkat edilmelidir. Denenirken, insanların görüşü alınmalı, deneme aşamasında gerekli çaba ve gerekli kabul gösterilmelidir.
Hatta bence asıl mutluluğun asıl felsefesi bizim mutfağımızdadır, kabinlerde de değil. İşte, mutluluğun anahtarı o sihirli cümle: Aldığı kadar un.
Aman aman amaann… Farkında mısınız Oktay Usta’nın sürekli kullandığı bu kalıbın büyüsünün? Ne olgun, ne büyük bir öğretidir bu. Yapabildiğin kadar yap, taşabileceği yerde dur, elinden artık bir şey gelmez, abartma demektir. Gülmeyin ya, “aldığı kadar un”, vallahi kabul, vallahi tevekküldürJ

İşte hayatta da “aldığı kadar un” felsefesinin eşliğinde anlık mutlulukların değil, vücuda yayılan mutlulukların peşinden gidilmelidir.
Peki, peşinden gidilen mutluluk kaçarsa kovalanmalı mıdır? Tabi ki evet. Hatta uğruna dağlar bile delinmelidir. Çünkü bu dünyanın en büyük polisiyeleri, mutluluk-mutsuzluk çatışmaları üzerine yazılmıştır.
Onlar da resmedilemedikleri için mi yazıldılar bilmiyorum. Ben de çizemiyorum ama yazıyorum ya… J
Bugün de geldim yazdım vücuduma yayılan mutluluğu.
Bir zaman sonra elimi uzattığımda tutamam diye, ben bugünün aynısından bir daha göremesem de, bugünün edebiyatını gözlerim yarın görsün diye…
Hayatımın aldığı kadar unum hep olsun diye…

Gonca Cengiz
09.09.2011

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder