18 Ağustos 2011 Perşembe

İNCİR REÇELİ

Aslında bir süredir var olan ama yıldızı yeni parlayan bir film İncir Reçeli.
Hatta uzun bir süre kendisini izlememek için direndiğim, “Reçelden de film mi olurmuş?”  dediğim, popülerleştikçe soğuduğum…
Yani anlayacağınız bir hayli “önyargı” lı olduğum… Metin gibi, sizin gibi, hepimiz gibi…
Ben, Sezai Paracıkoğlu’nun Facebook’taki videolarından sıkıladurayım, sevgili arkadaşlarım, filmi çoktan izlemiş, o hayran kitlesine dahil olmuş, beni de filmi izlemem için ikna etme çalışmalarına başlamışlardı bile. Neyse bir süre direndim ben. Ama dün bu saatlerde tüm muhalif tavırlarıma rağmen, filmi açan arkadaşlarım sayesinde ben de bu furyaya katılmış oldum. Pişman mıyım? Tabi ki hayır. Yine olsa, yine yaparım ama bu sefer ağlarım. Rahatça hatta hönkür föşürt J
İncir Reçeli, bir Aytaç Ağırlar filmi. Filmin esas kızıyla esas oğluysa, Duygu ve Metin. Şöyle söyleyeyim, ablamız, hani şu an Show TV’de 24 saat yayınlanan Doktorlar dizisinin Zenan’ı Melike Güner, abimiz de “Benim buuuuu deeerdiimm…” diye yanık yanık şarkı söyleyen Sezai Paracıkoğlu.
Metin, TV programlarına skeç yazarak hayatını sürdürüyor. Yazdığı senaryolardan birinin kabul edilmediği bir günde her zaman gittiği bara gidiyor ve işte orada Duygu’yla tanışıyor. O günden sonra da Duygu ve Metin için başka bir hayat başlıyor. Zaten başka olan hayatları birbirleriyle daha da başkalaşıyor. Hayatın içinden karakterler ama bizim gibi değiller. Başkalar işte…
Herkesin ağladığı ve çok etkilendiği filmleri sevmem ben. Baştan önyargılı olurum. Hatta çoğu kez film vizyona girer girmez izlemediysem(Aşk Tesadüfleri Sever’de olduğu gibi) hiç izlemem bile. Ama diyorum ya bu kez kandırdılar beni ve iyi ki de kandırmışlar.
Film başladığında alabildiğine kusur buldum her şeyde.” Ne yani siz şimdi buna farklı mı diyosunuz, üff çok etkilendim!” falan diye başladım homurdanmaya. Bir de bir sahnede olayı çözdüm ki erkenden, sıkılmaya başladım tabi sonra. Ondan önce “Kız, hayalet mi?” bile demiştim düşünün. Hayır, öyle olsaydı, sabahın 7’sinde evi terk edecektim çünkü! J Hani film devam eder, eder… Heyecanla beklersin ama aslında hepsi rüyadır. Ooldu canım… Ben de salağım burada, sabah namazına müteakip sizi izliyorum ve böyle takdir ediliyorum, oolduu…
Neyse ki rüya falan değilmiş. İzlemediyseniz, en azından bunun rahatlığıyla izleyebilirsiniz bu filmi. Parçaları birleştire birleştire, pür dikkat izleyin. Ya da hatta izlemeyin hiç. Bence direk ışığı kapatıp ağlamaya başlayın. Öyle benim gibi de yapmayın. O kadar eleştirdim herkesi, “Ne sulugözsünüz beee!”  diye, sıktım kendimi ağlamamak için. Ama iş öyle olmadı tabi. Filmin sonunda boğazıma oturan öküzle birlikte hönkür föşürt ağlıyorduk. Ya da pardon, sağ gözüm kupkuruyken sol yanım ıslandı durdu. Nedeni hala araştırılıyor J



Hayat ne çok hikaye saklıyor içinde. Hatta insanlar bilmediğimiz neleri saklıyor içinde… Biz herkese herhangi biri gibi davranıyoruz. Oysa bir kişide herkes saklı. Herkeste de biri. İşte onlar da saklandıkları yerlerden aşk için çıktılar.
Dokunmadan aşk olur muydu peki? Neydi bize anlatılmak istenen? Asıl cellât önyargılarımız mıydı, zincirlerimiz mi, karşıdakinin bedenini ele geçirme isteği mi? Sahi neydi aşk? Dokunmak mı, dokunamamak mı? Ya da hangisi daha etkileyiciydi? Ben bunun cevabını henüz veremiyorum ama bu filmin sonunun bana oldukça dokunduğundan eminim. Zaten başlarda homurdanmamda pek de haksız değildim ama sonraları repliklerle öyle güzel toplamışlar ki gidişatı, o evdeki mumların yanına bir mum da ben yaktım içimden. Derin ve samimi yazılan replikler, hayatın içinde pek kurulabilecek cümleler olmasa da, insanı alıp götürüyor ve tabi son sahnelerin çarpıcılığı da, filme güzel dememin esaslı nedenleri…
Ah Duygu, vah Duygu neler dedin, neler ettin bana sabahın kör saatinde! Ne demekti o, “Canlı olan hiçbir şeyi sevme hakkını vermediler. Ben de incir reçelini sevdim. O, sendin sevgilim”
Ya buna ne demeli:
"Ben, insanları arabanın camına vuran yağmur damlalarına benzetiyorum. Bazen bir damla aşağı doğru kayarken, başka bir damlaya karışıp güçlenerek daha hızlı ilerler. Ben de sana karıştım aşkım. İnsanlar acımasız, savurgan… Hiçbir şeyin sonu gelmeyecekmiş gibi davranıyorlar. Bir gün şoförün camı açabileceğini hiç düşünmüyorlar..!"
Bence şimdi ne yapalım biliyor musunuz?
Hayatımızda incir reçeli etkisi yaratan şeylere bakalım…
Başkalarına karışarak güçlendiğimiz bu hayatta, şoförün camı açması halinde neleri kaybetmekten korktuğumuza bakalım.
Durun durun, yoksa siz başka bir yağmur damlasına hiç karışmadınız mı?
Ben karıştım ve daha nice damlaya da karışa karışa yoluma devam ediyorum.
Her damla başka bir hayat demek ve her damlaya dokunamasak bile onları hissetmek gerek.
Dokunabilmek ayrıcalıktır biliyorum
Ama dokunmamak da öyle…

Yine sağ gözüm kurudu benim, sol gözüm ıslak. İlla elin değmesi gerekmez ki bedene. Düşünceyle de dokunur insan, konuşarak da dokunur.
İşte replikleri, konusu ve müziğiyle bana bir hayli dokunan İncir Reçeli, benim için bu yılın en dokunulmaz aşk filmi olmaya hak kazandı bile.


Hazır, incir de çıktı, alın incirinizi ya da incir reçelinizi elinize, bu filmi izleyin.
Hem karnınız doysun, hem kalbiniz.
Ve dokunabildiğiniz şeylere bir kez daha dokunup şükredin.

Ama asıl dokunmadan sevdiğiniz şeylere gönderin şükürlerin en büyüğünü.
Çünkü asıl kutsallık, dokunulmayandadır!

Gonca CENGİZ
19.08.2011

2 yorum:

  1. selam,incir reçelinden etkilenen ve az kalsın gözlerimden yaş gelecekmiş gibi etkilendiğim,Kasım'da Aşk Başkadır'dan sonra ki en duygusal aşk filmiydi diyebilirim.Sizi de kutlarım içten yazdıklarınızla..

    YanıtlaSil
  2. Ne kadar görmekte ve cevaplamakta geciktiğim bi yazı olsa da çok teşekkür ederim.bugün yeniden paylaşmak için baktığımda gördüm.

    YanıtlaSil