7 Aralık 2011 Çarşamba

BEN KÜÇÜKKEN

    Bu yazı, Nihat Sırdar’ın radyo programından esinlenilerek yazılmıştır.

Ben küçükken, Erikli suyun içinde gerçekten erik var zannederdim; “erikli” derlerdi ya, öylece inanırdım işte. Çok sonraları anlayacaktım sunulan şeylerin içinin bazen sadece vaatlerle dolu olacağını.
Birer birer sandık lekesi olacaktı anılarım. Kucağımda biriktirdiğim erikler, bugün hayat çalanların yaptıklarının yanında hiçbir şey olacaktı.
“Ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden.” diyordu Ahmet Haşim. Kendisi ağır çıkabilmiş miydi ya da eteklerinde bir yığın gümüş rengi yaprak mı vardı yoksa düpedüz güz mevsimimi miydi kucağında taşıdığı?
Ben küçükken, büyüdüğümde onu çok özleyeceğimi bilmeden önlük giyerdim. Çok sevsem de, her gün aynı şeyi giymekten sıkılırdım işte. Büyük olmak, uzun kabanlar, topuklu ayakkabılar giymek isterdim. Şimdi büyüdüm, uzun kabanım da var, topuklu ayakkabılarım da. Ama içimde o his yok. Evimin önüne gelip beni okuluma bırakan servisim yok. Hı şu sırt çantama sakladığım kocaman su geçirmeyen kabanım da. O servislerde yaptığımız savaşlar da yok. O günlerde hayal edemeyeceğim savaşlar var şimdi, bambaşka savaşlar…
Servis arkadaşlarım yok. Hani üst devre olup hep benimle konuşan kızlar: Esra ve Ceyda. Hı evet Esra- Ceyda kardeşler var şimdi. Abuk sabukluğun tarihini yazıyorlar. Belki ben küçükken bizim kızların büyüdüklerinde öyle olacaklarını söyleseler, fazlasıyla korkup “Siz büyüyün, ben büyümüyorum!” diye çığlıklar atardım! Neyse ki, onlar, onlar değil J
Ben küçükken, kafasına yumurta attığımız adamlar vardı. Laf attığımız ablalar, ağabeyler ve tüm bunlar olurken bizi sokaktan izleyen teyzeler, evlerinin camından izleyen çocuklar… En çok da o camdan bakan mahalle çocuklarına takardım. Niye uzatırlardı boyunlarını oradan, onların okulu yok muydu? Hem niye duruyorlardı ki orada öyle? Ya aşağı inip savaşımıza katılsınlar, ya da uslu uslu içeri girsinlerdi.
Onu da sonradan anlamıştım. “Sadece bakanlar” ın, küçüğü büyüğü olmazdı. O yıllarda da geri çekilmek de, ileri gitmek de bir hamleydi ve en basit hamle bile olsa, elinde piyonu bile olmayan nice insan vardı.
Ben küçükken, öyle gün sonlarında “Bize gel, kahve içelim” cilik ya da facebook’tan dürt, twitter’dan followla falan yoktu tabi. Dansa davet vardı. Daveti bol olup dansı hiç olmayan ama yine de cümleten keyif aldığımız o oyun. Sonrasında yenilen renkli lokumlar, macunlar, meybuzlar ve dahası…
İki genç “çıkalım” diyince eve köye çıkılmaz, samanlık da seyran olmazdı. Neden mi? E ne samanlık bilirdik biz, ne de ev. Bahçe bilirdik biz bahçeeee! Nasıl mı? Vatandaş gelir, “Benimle çıkar mısın?” der sana, sen de evet dersen, bahçede iki tur salınır havalı bakışlarla sınıfınıza dönersiniz. Bunlar ilköğretimin mevcutları tabi. Lisede de bir sokak öteye gidiyorduk hepsi bu :P
Ne çok şey değişti, ne çok şey öğrendik zamanla. Bunlara da güzel mi güzel katkıları olan bal-kaymak gibi öğretmenlerim vardı benim. Özellikle de Türkçe öğretmenlerim. Hepsine selam eder, ellerinden öperim. Ben küçükken, okuma-yazma günlerimiz, konuşma saatlerimiz ve tiyatro etkinliklerimiz vardı. İyi ki de vardı, şimdi var mıdır, olduruluyor mudur bilmem…
Ha bir de yeri gelmişken-ki dayağın yeri hiçbir zaman gelmez- İlkokul birdeyken, sıra dayağı atmadan günü kapatmayan bir öğretmen(!)im vardı benim. Onun yüzünden, paldır küldür başka bir sınıfa aldırmıştı beni canım ailem. Evet, ben küçükken, bir de “o” vardı. Diğerlerine selam olurken, ona da yazıklar olsun “sıra” sı gelmişken.
Siz küçükken ne vardı? Hangi renk Power Rangers ya da Ninja Turtles tınız mesela? Benim gibi “abone” dansı yapıyor muydunuz, yerden ne kadar yüksektiniz? Siz de hep Barbie’yle Ken’in evlenmesinden yana mıydınız ya da 2000li yıllarda Jetgiller çağına gireceğimizi düşündünüz mü?
Peki ya bu günlere geleceğimizi?
“Büyüyünce ne olacaksın tatlııııımmm?” sorusuna verdiğimiz cevabı uygulayabiliyor muyuz ya da o günlerde evleneceğimizi düşündüğümüz kişiyle mi evliyiz-evleneceğiniz?(Hayır, ben Süleyman Demirel, Mesut Yılmaz ve Turgut Özal diyormuşum daJ)
Şimdi, “Anneni mi daha çok seviyorsun, babanı mı?” da dahil olmak üzere, hala aynı sorular soruluyor çocuklara ve nerdeyse hiçbiri daha o yaşlardayken dahi bu soruları mantıklı bulmuyor.
Hoş, bulsalar da bulmasalar da, hoş gelse de gelmese de, bu sorular daha çooookk sorulacak, cevapları da daha çooookkk değişecekJ
Unutmadan, ben küçükken, “Annemi de, babamı da eşit seviyorum” derdim.
Kalanları da zamanla birlikte görelim, diyorum.
Siz de güzel günler görün.
Hatta gerekirse kızınızı değil; dizinizi dövün. J


Gonca CENGİZ
08.12.2011


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder