18 Mayıs 2011 Çarşamba

BİR NİSAN, BİR İNSAN!


///Bu yazı, Gülen Muharrem Pakoğlu(Ankara) ve Yalçın Eskiyapan İlköğretim Okulu mezunlarına ithaf edilmiştir. Ha tabi bir de Ayşe Kulin’e, İpek Ongun’a, Gülten Dayıoğlu’na… J///

Herkesin kutladığı ve özel olduğu iddia edilen günleri pek sevmeyen ben, nedense 1 Nisan’ları hep sevmişimdir. Bol şakalı, kahkahalı, zihin açıcı günlerdir ne de olsa 1 Nisan’lar, yaratıcıdır. Hatta öyle etkili günlerdir ki aslında bu günler, “Bir lisan, bir insan.” tezi falan anında çürüyüverir. “1 Nisan, bir insan” olur. Yani 1 Nisan, adamı vezir de eder, rezil de. Bu günlerde ayağımızı denk almalı, öyle boş bulduğumuz her sandalyeye oturmamalı, sağımızı solumuzu kollamalı, tanımadığımız kişilerden gelen ikramları kabul etmemeli ve en önemlisi fermuarımızın kapalı olduğundan her daim emin olmalıyızJ
Eveetttt, fermuarımızın kapalı olması dedim, doğru duydunuz. İşte yazının burasında da yukarıda bahsi geçen ilköğretim okullarıyla uzaktan yakından bağlantısı olanlara ve tabi benzer anıları yaşayanlara olacaktır seslenişlerim…
Canımız ciğerimiz şaka gününün geldiğini fark edince aklıma da paldır küldür çocukluğum geldi. Önce mis gibi domatesli tost koktu burnuma. Hani şu bizim Yalçın Eskiyapan’ın karşısındaki büfede yapılan. Yıllardır lezzetini unutmadığım ama yaşlılığımdan da şu vakitte kendisinin adını hatırlayamadığım… J Küçük renkli lokumlar sonra, meybuzlar, mis kokulu silgiler…
Dansa davetler, yerden yüksekler ve o gelmesini dört gözle beklediğimiz 1 Nisan’lar… Hoca gelmeden önce topluca sınıf boşaltmalar ve hatta yıllar sonra bu eylemin adının “örgütlenme” olacağını bilmemeler… “Kalemin düşmüş” ler, “Fermuarın açık” lar. Şiişşştleerr, piiişştleerr, yapıştırıcıların, raptiyelerin üstüne oturmalar…
Bu saydıklarım bir yana dursun, ben ilkokul yıllarımda en çok servis yolculuklarımda eğlenmiştim. En çok da 1 Nisan’larda… Çocuğuz ya, bayılırdık pencereden yarı belimize kadar sarkıp gelen geçene laf atmaya. Bu eylem, en çok da bizim Kuyuyazısı Caddesi sularında bulurdu demini. Az karıştırmadık oralarıJ Hatta bir keresinde laf atma işini abartıp caddede duran bir grup insana attığımız yumurtalar yüzünden yiyeceğimiz sopadan, servis şoförümüz sayesinde ucuz yırtmıştık. Sopa yemedik ama afiyetle azar yedik o gün. Attığımız yumurtaların yanında kahkahalarımız yanımıza kar kaldı ama neyse… J
Bir de klasik bir düşme eylemi vardı 1 Nisan’ın konseptinde. Vay efendim, kalemin düşmüş. Yok, silgin düşmüş… Daha yaratıcı şeyler de vardı tabi: “Burnun düşmüş” gibi. İnsanların buna inanıp yere bakması da cabası… Yere düşen, beyni. Haberi yok J
Ortaokul yıllarında bizimle birlikte şakaların biçimi de değişti tabi. Olayların yaratıcılığı ve tiyatralliği arttı. Fiziksel değil duygusal şakalar girmeye başladı işin içine. Zira hatırlayınız, “Benimle çıkar mısın?”  sorularına yanıt vermeye başlamıştık o yıllarda. Şöyle bahçede iki tur salındıktan sonra bankta iki dakika oturup sınıfa dönmek büyük sükse yaratırdı. Dramatik şakalar yapacaksak, yüzümüzü rüzgara dönüp gözlerimizi kocaman açar, kırpmadan karşıya bakardık. Sonra da dolu dolu gözlerle gelsin şakalar…
O dönemde yapılan şakaları net olarak hatırlayamasam da, ilkokul yıllarına göre kıyasladığımda görüyorum ki, önceden yapılan öğrenci öğretmen şakaları, ergenliğin başlarında, kız erkek arasındaki şakalaşmalara dönmüş, yaratıcılığı artmış. Iııımmm… Şimdi de o yıllar düşünüldüğünde tavuk suyuna çorba kitaplarının lezzeti hatırlanmış… Onunla birlikte hatırladığım şeyler de oldu tabi, şaka yapar gibi hayatlarımızdan çıkan öğretmenlerimiz… Mekanları cennet olsun…
Günün anlam ve öneminden dolayı konumuz pek tabi şakalar. Ama ben şu anda burnuma gelen eşsiz vanilya kokusuyla Impulse deodoranttan, Spice Girls-Back Street Boys çekişmesinden ve Leonardo’cu ya da Ricky’ci olmaktan bahsetmeden duramayacağımJ Serviste göbek atışımız, ders sırasında halay çekişimiz, kavgalarımız, gürültülerimiz ama ille de başarılı oluşumuz da cabası tabi…
Yüzümde özlem dolu bir gülümsemeyle bunları hatırlamak iyi hoş da, küçükken böyle keyif aldığımız, üzerine günlerce yoğunlaştığımız bugünün, ağır sebeplerden ötürü artık hızlıca gelip geçmesi hoş değil.
Düşünsenize, yıllar önce yoldan geçen tanımadığımız bir vatandaşın burnunun düştüğünü iddia edip buna dakikalarca gülebiliyormuşuz. Şimdi burnu düşse yerden almayacak adamlar giriyor hayatlarımıza ve biz onlara gülemiyoruz. Hani diyorum ya, o yıllarda şakalar “düşmek ve açılmak” eylemlerinin üzerine kuruluymuş diye, şimdilerde düşmek gözden oluyor, açılmaksa kişiler arasında.
Bizler için savaşların su savaşından çıkıp hayatta kalma savaşına döndüğü şu yıllarda, 1 Nisan’ın farkında olabilmek bile güzel aslında. Tavuk Suyuna Çorba’nın lezzetini hatırlamak, herhangi bir mahalle bakkalından meybuz almak ve hayali de olsa, hayatın içinde sınıf değiştirmek…  Alttan üste ya da üstten alta… Belki bir günlüğüne de olsa, diğer sınıflardakilerin nasıl yaşadığına bakmak, gülmek onlarla…
Bugün için muzur planlarınız var mı bilmem ama iyisi mi siz önce derin bir nefes alıp arkanıza yaslanın. Çocukluğunuzun kokusunu almaya çalışın ve Yonca Evcimik dinleyin, Kartel ya da.
Unutamadığınız 1 Nisan anılarınız, anılarınızın içinde sizi hala güldürmeyi başaran kişiler varsa, “1 Nisan, bir insan!” diyin ve gidip onlara sarılın. Sarılamıyorsanız da onlarla konuşmayı deneyin, bırakın kahkahalarınız kucaklaşsın, 2011’in 1 Nisan’ında da sımsıcak şakalar dolsun taşsın!

Gonca CENGİZ
01.04.2011


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder